18 Aralık 2011 Pazar

Anlatacaklarım Var!

Vaaz vermek değil niyetim, duyduğumu söylemek. Söylemeye değer şeyler duyuyorum zira. Belki hayatı daha yaşanır kılmak için ya da belki sade, ama sade anlatmak için... Sen anlat dedi tanrı bana, anlaşılsın diye değil, hiçbir mükâfat istemeden anlat... Çünkü bir mükâfattır artık bir anlatıcıya doğru düzgün anlaşılmak! Sen anlat dedi... sen sade anlat! Umudu hatırlatsın diye umutsuzluğu, çâreye yol açsın diye çâresizliği anlat... Ders verme dedi kimseye, çünkü hoca denmez öğrenmesini bitirene. Çırakları olan bir çıraktır usta, olsa olsa... Sen anlat dedi bana tanrı, sen sade anlat...."


Küçükken herkes akıllı, ben aptalım sanırdım.
Biraz büyüdüm; herkes aptal ben akıllıyım sandım.
Uzun zaman önce; “herkes kör, bir ben mi görüyorum?” diye sordum.
Akabinde; “bir ben görüyor,bir ben duyuyor olamam!” dedim,sorguladım.
Şimdi ise; sayesinde, hakikatin neresinde durduğumun farkındayım.
Hatırladım…

Hiç kitap okumayan bir adam niçin merak eder seneye yazılacak kitapları?
Bu dünyada bile yaşamayı beceremeyen niçin merak eder diğer gezegenlerdeki hayatı?
Geçmiş ve bu gün ne zaman bitirildi de gelecek sorgulanıyor?
İşler hala kalleşçe hallediliyor ikili ve uluslar arası ilişkilerde…
Her ülkenin sınır komşuları dost ve kardeş düşman ülkeler…
Doğru düzgün top bile oynayamıyorlar kavgasız!
Oyunları savaş gibi görenler savaşı da oyun gibi görüyor elbet…
Aynı kadına sevdalananlar birbirini vuruyor, aynı şeyden nefret edenler can ciğer arkadaş…
Bir şeyi,bir kadını,bir erkeği ya da bir ülkeyi sevmenin cezası ölüm bile olabiliyor bazı…


"Sevmenin pek az çeşidi vardır gönül raflarında. Birini ya da bir şeyi seversiniz ya da çok seversiniz. Ama iş sevememeye gelince sonsuz seçenek vardır önünüzde. İster sinir olursunuz, gıcık olursunuz, iğrenirsiniz, tiksinirsiniz, hatta sık sık nefret edersiniz. Ne yazık... Ne yazık insan sevmeme çeşitlerine harcıyor mesaisinin çoğunu. Oysa sevin dedi tanrı, adı sevgili olanlar bile karşılık istiyor kalbinin atış hızına. Ben seni seviyorum ama dur bakalım sen de beni benim seni sevdiğim kadar seviyor musun? Oysa sevin dedi tanrı. Önce sizi sevmeyenlerden başlayın işe, karşılık istemeden pazarlıksız sevin sizi seveni de sevmeyeni de.

Oysa sevin dedi tanrı. Önce sizi sevmeyenlerden başlayın işe, karşılık istemeden pazarlıksız sevin sizi seveni de sevmeyeni de."

16 Aralık 2011 Cuma

Bu Havada Bir Şey Var Yazmaya Zorlayan

Kim kiminleymiş,neredeymiş,ne yapmış tabiri caizse ''ne bok yemiş'' umurumda olmaması güzel ve bana bunları hatırlatan facebook kapattım.Ve havada bir gariplik var,insanın ruhunu sıkan nedendir bilmiyorum gözlerim dalıyor ara ara.Yolculuk var derlerdi büyüklerim kim bilir belkide gerçekten beni bekleyen bir yolculuk vardır;başka bir şehre ya da bir kadının yüreğine.Böyle havalarda Mabel Matiz'in tiz sesi eşlik ediyor bana.Bir de şiirler,ah be dostum şiirler harika birşey.Bir nevi elektroşok cihazı gibi.Akıyorsa yüreğine hayattasındır zıtlık durumunda gömülmeyi bekleyen lanet bir cesetsindir.Hep kötü şeyleri anımsatır bu hava. Annesini kaybetmiş çocuk yalnızlığını,üşengeç adam acizliğini ve aşılmaz çitler çaresizliğini.Ve benim bunları düşünecek gücüm de yok bir çok kez denedim dünyaya bakmayı.Hep aynı kurgular vardı içinde,aynı insanlar,aynı yerler,aynı bahaneler,aynı yalanlar,aynı..aynı..aynı..Sonra bıraktım kendimi,çok yük oluyordum kendime.Ve artık kafamı kaldırmıyorum.(dünyaya bakmak için.)
Ah bir de unutmadan,yağmurdan kaçan insanlara anlam veremiyorum.Islanmanın ne kötü yanı olabilir ki? Bana kalırsa biraz temizlik iyidir,her ne kadar içlerindeki kiri temizlemesede.İçlerindeki kir demişken,kime güvenebileceğim konusunda şüpheliyim artık.
Çizilmiş bir taş plak gibiyim. Bir yere kadar tamamım ama güven meselesinden sonra yokum.Bu kötü bir durum biliyorum,tedavisinin olmadığınıda biliyorum.Doktor ''zaman'' denilen bilindik bir ilaç yazdı reçeteye.Sanırım hızla gidilen bir aşkta duvara çarpmaktan dolayı bir travma yaşanmış kalbimde.Ama ''geçermiş'' öyle dedi.Fakat biraz zaman alırmış. Bu zamana kadar misafir insan olacakmışım.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Arkamıza Yaslanıp Biraz Rahatlayalım.

Warrior

Açıkcası ilk başta imbd'de bu filme neden 8.3 gibi bir puan verildiğini anlamamıştım.Konusu itibariyle,dağılmış bir ailenin yıllar sonra bir boks turnuvası için bir araya gelmesini anlatır.Üstelik birbirlerine kızgın olan abi kardeşin rakip olmasını anlatır.Biri ülkesi için dövüşürken diğeri ailesi için katılmıştır bu turnuvaya.Ve sonunda ikiside büyük ödül için finalde karşılaşacaktır,kimin vurduğunun önemi yok her yumruk biraz daha acıtacaktır ikisinide.
Uzun zaman sonra duygulandıgım bir film daha çok şükür ölmemişim.Şiddetle izlenilesi ve ağlanılası bir film.

Bırakalım bu Avcılığı.

İlluminatinin simgeleri olan bazı anlamlar ifade eden işaretlerin bu aralar sıkça araştırıldığını görüyorum.Filmlerde,çizgifilmlerde,resimlerde,yapılarda hatta ve hatta yiyecek ürün ambalajlarında(jelibon vs.).Bunun bir hastalık haline geldiği kanısındayım,bir paranoya gibi.Gibi değil apaçık öyle sanırım.Oysa çoğunluk tarafından ne anlama geldiği bilinmeyen bu işaretlerin çokta sorun teşkil ettiğini söyleyemem.Bizi farklı bir tarafa çekmeyen,bizi yönlendirmeyen bu işaretlerin.Asıl dikkat etmemiz gereken illuminatiden daha tehlikeli olan şeyler var mesela,televizyon.Evet günlük yaşantımızın çoğunluğunu oluşturan o kutu.Dramdan,komedisine her dizide hemen hemen insanı ''kötü kişi'' kılığına büründürecek tecavüz,intikam hırsı,yalan üzerine kurulmuş hayat,ensest ilişkiler,ütopik ve elit bir yaşama yönlendirdiğini görebilmekteyiz.Bırakalım çocuğun gelişimine katkıda bulunan bir diziyi en azından onu bir psikopat,sapık profiline dönüştürmeyecek bir dizi bulmak bile zor.Korkmamız gerekenler aslında tam olarak da buydu.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Romantizmin Nirvanasından

Uzun aradan sonra romantizm işlevlerimin yerinde olup olmadığını test etmek amacıyla bir film izleyeyim dedim.Made of Honor filmini izledim.Her ne kadar tanışıklığımız biraz tesadüf olsada,bu filmi izleyişim ve keşfedişim biraz geç olsada,beklentilerimin üzerinde bir film olduğunu açıkca belirtmek isterim.Lakin bazı sahneler vardı ki bir an gerçekliğini düşünmekten kendimi alıkoyamadım.Misal,iskoçyalılardaki gelinin erkekleri öpüp para toplama sahnesi,bir türk olarak bana sorarsanız kıskançlık krizlerine girerdim sanırım.Misal 2,adamın sevdiği kadının bir başka adamla öpüşmesini izlemek,hayatın gerçekliğinden,hayatın can damarından tutup çıkarılmış kadar gerçek.
Tıpkı filmlerde olduğu gibi,bu filmde mutlu sonla bitmişti.Uyumak için yatağıma uzandığımda suratımda ki o anlamsız tebessüm hala yerli yerindeydi.Bir başka hayatların,bir başka aşkların mutlu oluşunun beni mutlu edeceğini düşünmezdim.
Ve dün geceden çıkardığım sonuç vücudumdaki romantizm yönde atan damarlar hala işlevini kaybetmemiş ama ne yazıkki kaybettiğim bir çok şey var mesela güven,mesela bir başkasının hayatına ortak olma isteğim.İlk evrelerin bozuk oluşu diğer aşamaya geçmeyi engeller.
Bir gün tıpkı filmlerdeki gibi aşklar yaşamak dileğiyle..

26 Kasım 2011 Cumartesi

İç Döküş

Doğrusunu söylemek gerekirse ona acıyorum,hayatını zehrediyor..Sahtelikleri hayat diye yaşıyor ve henüz hayatın realitesini kavrayabilmiş değil,kavramaya da niyeti yok zaten.Onca zamandan sonra yaşanılan her şey,hatıralar biraz daha flulaşıyor.Benim tanıdığım insan farklıydı,belki de o gerçekten böyleydi.Ben kafamda yaratmıştım onu,kendi bildiğim gibi.
Her neyse yağmur yağıyor geçmişimin üzerine ben camdan seyrediyorum hayatımın o en değerli kısmını,buharlaşıyor.. Siliyorum elimle;ne fayda! Zamanın benden istedikleri var belli ki. Beni çağıran bir şeyler var geleceğin gizli kollarında. Bir parıltı,bir kariyer,bir gerçek belkide.. Öyle ya,gerçekler zaman geçtikten sonra açığa çıkar yoksa hangi cinayet olay yerinde çözülüvermiş ki?
Biliyorum ki her gerçek biraz olsun acı verir insana.Ve bu yüzden diliyorum ki,bir gün o gerçeklerle yüzleştiğimde dayanma gücüm olur.
Sıfırdan başlayamaz insan hayata(tabi eğer reenkarnasyona inanmıyorsanız.),hatıralarda tam olarak silinmeyeceğine göre bunlarla yaşamaya mecbur bırakılmış kullarız biz.
Düşünsene,ya da boşver düşünme.
21 yaşındayım bundan sonra kaç gün,kaç sene daha yaşayacağımı bilmiyorum.
Ama bildiğim tek şey onca günü,onca seneyi sırtımda bir bıçakla yaşayacağım.
Herşeyi unutmak için söz verdim kendime,onu unutmak için söz verdim kendime..Annem için,kendim için..

20 Kasım 2011 Pazar

Bir Pesimistin Antalya Günlüğü



Bir haftalık Antalya hikayem boyunca havayı bir geldiğim gün bir de giderken güneşli gördüm.Bahtsız bedevinin Türkiye şubesi olmalıyım.Gerçi otel dışına pek çıktığımız söylenemez.Tabi sigara ve diğer gereksinimler dışında.Eğer zaten yeteri kadar pahalanmış sigaraya otel içerisindeki marketten alarak 15ytl bayılmak istemiyorsan bunu yapmak zorundasın.
Oteldeki 1 haftalık gözlemim sonucunda çıkan sonuç;kış geldiğinde oteller huzurevlerine dönüyor.Belirli bir yaşın üzerine çıkmış,saçları beyazlamış,genç kalan tek tarafı gözleri olan insanlar.Huzuru bulmaya gelmiş insanlar topluluğuydu.Şuana kadar Antalyada daha önce bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Orada yeni arkadaşlıklar tanımak,var olan orta düzey ingilizcem ile biraz olsun pratik yapabilme şansı bulmak iyi geldi diyebilirim. Her gece discoda müziğin etkisiyle dans etmek herşeyi alıp götürüyordu.Bazen o pistte bedenim dans ederken ben bir köşede kendimi izliyormuş gibi hissediyordum.
Hep orada kalabilmeyi isterdim. Berlinde Necati,Belçikadan Rasit,İsveçden Boel,Mehri ve Jessica ile her aksam sabaha kadar lobide oturup sohbet etmek isterdim. Beni biraz olsun kendi içimden çıkarıyordu. İçime prangalarla kitlediğim ruhumu biraz olsa salıverme şansı veriyordu bana.
Liverpoollu amcaların her akşam sarhoş hallerini görmek,zenci Poll'ün gülünce çirkinleşen suratını görüp kahkahalara düşmek hepsi biraz olsun hayatın içinden. Farkında olmasakta her birimiz birbirimizin hayatının bir kısmında yer aldık.Bu ileride hatırlanamayacak kadar küçük bir detay olsa bile.
Tabi her şeyin bir sonu  vardır.Bu eğlenceli günlerinde sonu vardı ve giderken biraz olsun her birini özleyeceğimi biliyordum.Dünyanın küçük olduğunu umut ediyor bir gün karşılaşmak dileğiyle her birine tüm yürekten hoşçakal.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Sorun Irk Değil,Vicdan Sorunudur.

Van'daki 7.2'lik deprem haberlerine biraz milliyetçi biraz da ırkçı bir tavır takınarak sevinen vatandaşların vicdanlarında bir takım eksiklikler hatta vicdanlarının hiç olmadığı kanaatindeyim.Türkiye Cumhuriyeti vatan topraklarında yaşayan her insan Türk'tür.
Bu insanları ırkçı bir yaklaşımla kürt diye farklı bir köşeye koyamazsın. Kaldı ki onca yüzyıldan sonra ''dıdısının dıdısının dıdısına'' baksak bir çoğumuzun kökeni farklı yerlerde çıkacaktır.Bu da ırk diye bir şeyin olmadığını,ırkçı yaklaşımın boş laftan ibaret olduğunun göstergesidir.
Kökeni kürt diye her insana aynı etiketi yapıştıramazsın.Ve o insanlara acımasız gözlerle bakamazsın. Bu herşeyden önce insanlık görevindir. Biraz da olsa vicdan görevidir. Tabi insanlığın ve vicdanın hala yerinde duruyorsa.
Vicdanın yoksa Van'da çıkan deprem için sevinir ''hakettiklerini buldular'' dersin,enkaz altındaki canları boş bakışlarla seyredersin,şehit haberlerine üzülmezsin.Ölümün gölgesi dolaşmadığı sürece çevrende.
Zaten ''Ölenler hep başkalarıdır'' dersin.
Netice itibariyle;Vicdanı olmayan Kürt dağa çıkıyor, vicdanı olmayan Türk depremle zil takıp oynuyor. Sorun ırk değil, vicdan sorunudur.

21 Ekim 2011 Cuma

Bir Roman Daha Bitti.

Bugün hayatımın dönüm noktalarından biri. Göğsüme matkapla kocaman bir delik açıldığı,gözlerimin karanlığa çevrildiği günlerden biriydi.
Sanki bir arabaya binmiştik biz tekerleği patlak bir araba..Bir gidiyor,bir duruyorduk ve sonunda pes ettik.Tekerleği değiştirmek yerine arabadan indik.Ve farklı yönlere doğru ilerledik..
Zeki Müren'li gecelerime hoşgeldim. Sözlerindeki anlam,sesindeki titreme. Nasıl rakı içesim var anlatamam. Nasıl sarhoş olasım var anlatamam.
Ben beceremedim Eva. Bir insanın sevmesi kendi kabiliyetimizin dışında bir şeydir.Ben buna engel olamadım.Bazen anlamsızca kötü fikirler düşüyor beynimin açık sahasına,sana yakıştıramıyorum hiçbirini. Ama gitmiyorlar Eva.Yaşadıklarımın,söylediklerinin başka açıklaması yokmuş gibi.
Beynim patlayacak gibi.Düşünmekten yoruldum.
Bu cevapsız soruları bir başıma nasıl cevaplayabilirim bilmiyorum.Ya ben sağ çıkarım bu düşünceler karmaşasından ya da sen katil çıkarsın.Başka yolu yok Eva,üzgünüm..
Her zaman yanıbaşında olamadığım için üzgünüm.Rüzgarın senin yönünde esmesi,güneşin yolunu hep aydınlatması dileğiyle hoşçakal.
Yarın yine bir Ankara yolculuğuna daha çıkacağım.Bu yorucu ve tempolu hayat beni dahada fazla olgunlaştırıyor,bu ne işe yarar bilmiyorum.
Beni doyurmaz,zengin bir adam yapmaz ama bir çok ahmaktan daha zeki olmama,hayatı düşünce yetisiyle kavramama,olası tehlikeleri sezebilmeme yardımcı oluyor.
Belkide günün birinde 1-0 önde başlatır beni.
O güne kadar Esen kal Eva.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Biraz da Film Soundlarına Dalalım

Bu filmi kaçıncı kez izliyorum,bilmiyorum.Hani bazen derler ya ''her seferinde farklı bir tat alırsın.Sıkılmadan,bıkmadan izlersin.'' diye bu cümleyi kullanacağım nadir filmlerden bir tanesi de bu filmdir.
Ve en sevdiğim sahnelerden biri olan bu sahneyi güzel müzik eşliğinde keyifle(sıkılmadan,bıkmadan) izleyebiliriz.

Dipnot;
''Bende birinin Gerry'si olmak istiyorum.''

14 Ekim 2011 Cuma

Kısa Metrajlı Bilim Kurgu Tadında Bir Rüya

Zihninizi boşaltın ve sadece okuyacaklarınızı hayal edin.
Bir ev boğaza bakan köprüyü tam karşıdan seyreden.Rüyam biraz hızlı geçmiş olacak ki babaannem ve ben ne ara terasa çıktık bilmiyorum.Her ne ise terasta boğazı izlerken ufuktan dev bir cisim boğazın derinlerine hızla düşüyor ve düştüğü gibi aynı hızla çıkıyor ve o hızla terasa doğru geliyor,gözlerim beni yanıltmıyorsa bu vatoz balığı,dev gibi..Ben o telaş ile kendimi terastan evin içine doğru atarken arkama dönüp baktığımda babannem yok vatoz balığının yarattığı yıkık,dökük enkazla birlikte sanırım aşağı düşmüş olacak.
Ben o endişeyle sokağa fırlıyorum ve sokakta bir ev yıkılmış,yol kapatılmış.Uzaktan annemin geldiğini görüyorum koşa koşa ona anlatacağım bu olanları bir de arkamı döndüğümde ne göreyim! Babaannem geliyor.

Bu kısa bir o kadar komik ve bilim kurgu tarzında ki uykum beni anlatamayacağım bir şok içerisine sokmuştu. Eve gelen Eva'ya rüyamı anlattığımda bana kahkahalarla eşlik etti ve rüyanın şoku Eva'nın kahkahalarına eşlik etmekle son buldu.
Sanırım yönetmen ruhuma son vermeliyim bu kısa yazılmamış,çekilmemiş rüya senaryomdan sonra :)

28 Ağustos 2011 Pazar

Bakma Sen Onlara ''Gitmek Zordur''

Domino taşları gibi acılar,önce bir tanesi sonra bir diğeri ve bir diğeri daha..Gittikçe büyüyor.Kafamı ne yana çevirsem bir acı daha önce tanışıklığımız var elbet kendisiyle bu kez en keskin haliyle karşımda duruyor.''İntikamım acı olacak'' dercesine..
Öyle bir yerdeyim ki;her tarafıma iğneler saplanmış gibi hissediyorum kendimi ve hiç bir yere kımıldayamıyorum.Çaresiz,boktan bir haldeyim.Bugünlerde duyacağım tek bir güzel haber elektro şok etkisi yaratır mı bedenime bilmiyorum..Yeniden hayata döndürür mü güzel bir öpücük bilmiyorum.
Gözlerim açık uyumaktan yoruldum.Beynimin her hücresinde hissediyorum bu yorgunluğu düşüncelerin dansı var.
Ve aslında korkunç olan şeyde bu durumdan sağ salim çıkabildiğim de herşeyin yerli yerinde veya eskisi gibi olmamasını görmek.Acılara pes etmekle eş değer.
Aradan uzun süre geçince bir zamanlar ezberleyerek yürüdüğün karanlık odalara tekrar dönmek,yalpalanarak düşmek ve tekrar alışmaya çalışmak.Aslında hepsi zor.
Alışmak ve kaybetmek.
Sonra bir yenisi
Alışmak ve kaybetmek.
Her alışmanın sonunda kaybetmek var mıdır? Belkide doğanın kanunu budur.
Gitmeyi istiyorum.Ama;

Gitmek bazen kolaydır.Bazense zor.
Eğer alışdıysan zordur
Eğer arkanda bir kaç sinema bileti,birlikte gittiğiniz bir kaç sokak,onlarca gülümseme,sıcak bir el ve bir  kadın bırakıyorsan.
Gitmek zordur.Hem de tahmin edemeyeceğin kadar.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Kendime Kaçış

Nedense bir kaç gündür hayatımı film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiriyorum.Nerede hata yaptığımı bulamıyorum.Ve artık kendimi kaybetme derecesindeyim.Bazen gitmek istiyorum;nereye olduğu önemli değil.İnsanların olmadığı yere ya da toprağın altındakiler nereye gidiyorsa oraya.
Belki ardımda bir miras bırakamam,beni anacak bir çocuk ya da beni özleyecek bir kadın.Ama yinede gitmek isterdim.Artık bu yük fazlasıyla ağır geliyor.Son bir kaç gündür sürünerek taşımaktan yoruldum.
Ve beni anlayan anlamayan herkese teşekkür ederdim.Herkesin bir doğrusu varmış.Bunları değiştirmek en büyük cezaymış.Geç olsa da anladım.
Sanırım görmezden gelmeyi bilemedim ben kendi tabularımı yıkamadım.Ve bazen hep bu yüzden kaybettim.Sınırı bilemedim;aşkın,sevginin,kıskançlığın,dostluğun,düşmanlığın herşeyin fazlası oldu.
Bazen düşünüyorum da;hiç sevmemekten iyidir ya da hiç kıskanmamaktan hiç önemsememekten iyidir.Ben görevimi yerine getirdim diyebilirim en azından.
Her şeyin bir vakti vardır.
Ve benimde vaktim gelmiş olmalı.Kaçıp saklanacağım,kafamı dinleyebileceğim bir evim yok ya da başka birşey.herneyse.
Kendi içimden başka,romanlardaki o hayatlardan başka gidebileceğim hiçbir hayat yok.
Belki bir gün oralara da sığmam.
İşte o gün bir mektup ulaşır eline;
''Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım.'' diye başlayan.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Sisler İçinde Hayat

Sanırım 'beklemek' ve 'belirsizlik' doğadan çok benim hayatımın bir parçası.Hemde ayrılmaz bir parçası.Bu hiçte kolay bir şey değil.Can sıkıcı hatta bazen can alıcı derecededir.Ben ki sabırsız bir adam böylesine sınanıyor bu da benim cezam olmalı.
Bir gün yazarın birinin yazısını okumuştum,yanlış hatırlamıyorsam şey diyordu ''Hayatınız kötü yola girse de unutmayın şoför koltuğunda oturan sizsiniz.'' Peki sayın pek muhterem yazar bey;hayatımız belirsizlik içinde yoğuruluyorsa? ya etrafımız sis,dumansa? bunların cevabını alabilmeyi isterdim.Gerçi kendim bile bulamazken beni benden iyi tanımayan biri nasıl verebilirdi ki cevabını.
Her şeyin bir dinlenme vakti var mıdır? Ya hayatın dinlenme vakti,en çokta buna ihtiyacım var.Sanırım hayatın tek dinlenme vakti,bilmem hangi hastanenin,bilmem kaçıncı odasında dandik bir yatağın üzerinde ilaç kokan bir binada yatıyor olmak.Bunu da kim ister ki?
Çaresiz hissediyorum kendimi.Pencere kenarında en sevdiğim koltuğuma yerleşiyor hayatı seyrediyorum.Olan biten her şey sanki benim dışımda birileri tarafından yönetiliyor.Elimden bir şey gelmez yumruğumu bir ok gibi fırlatıp pencereyi kıracak gücüm yok henüz.
Bazen konuşmayı deniyorum.Ama faydası olmuyor.Ya ben anlatamıyorum ya da benim durumumda olmadığı için anlamıyor.
Çok kötü bir durum aslında bu sanki freni patlamış bir arabayla son sürat ilerliyoruz ve zaman daralıyor her yolun sonunda elbet bir duvar vardır.
Ve bu son çok açık ya direksiyonu kıracağız ya da içimizdeki umutlar,hayaller,gelecek hepsi bedenimizle birlikte paramparça olacak.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Karşılıksız Çekler

Her talep karşılanamaz.Netice itibariyle birinin verdiği söz(ki ben buna çoğu zaman çek derim) karşılıksız çıkabilir.Bu en güvendiğiniz biri dahi olsa.Bu yüzden kendi ayaklarımın üzerinde durmayı bilmeliyim,ayaklarım bok çukuruna girse bile.
Çoğu insan gibi rahat edemiyorum ''Allah büyüktür'',''Hayırlısı'' diyerek yerime oturamıyorum.Allah büyüktür elbet bunu biliyorum ama sen tarlana tohumunu atmazsan tabiri caizse götünün üzerine oturursan yağmur yağsa bile o tarladan meyve mi gelir? Bu yüzden bu cümleleri kullanan çoğu insanlar ya dışardan izleyenlerdir yada götü büyük olanlardır(oturmaktan).
Her neyse bugünde ağzımı bozdum.Çünkü bazen dayanamıyorum hırsım ve sinirim o kadar hat safhaya geliyor ki ben ne kadar da bir şeyler çabalamaya çalışırsam çalışayım olmuyor.Neden mi? Çünkü bu sadece benim çabam ile halledilebilecek bir problem değil.
Ama her zaman bir çözüm vardır.En kötü durumda bile daha az kötüye gitmek için bir çözüm vardır.Elini sobaya sokmakla,çakmakla yakmak arasındaki fark gibi.
Bazı insanlar vardır ki hayatında evindeki dolaptan,koltuktan farksızdır.Sana ne zararları vardır ne de yararları.Sadece ailenin tanıdığı veya yakını olduğu için katlanırsın onlara.Sanırım benim hayatımda bunlardan bolca var.
Çok az bir zaman kaldı.Öğrendim ben işin aslını;
Bu sorunların hepsiyle yüzleşeceğim.Her şeyle tek başıma savaşacağım.
Yemin ederim ki sana
Ayağım bok çukuruna bile girse
Yine de durmasını bileceğim.

Kötülüğün Zaferi

Ben eskiden iyi bir insandım.Bu şimdi kötü bir insan olduğum anlamına gelmez sadece eskisi kadar çok iyilik yapmıyorum.
Her iyiliğin sonunun kötülükle bittiğini görünce artık bende bıraktım akıntıya karşıyı yüzmeyi.Dünyanın her yerinde böyle olduğuna inanıyorum nedense.Her insanın iyilik yapmaktan yakındığını duyuyorum.Artık dilencilere para verilmiyor.Neden mi? Çünkü birileri inançlarını sarstı.Kimseye yardım edilmiyor.Çünkü kimsenin yardıma ihtiyacı olmadığı düşünülüyor.Artık herkes deyimi yerindeyse kendi bacağından asılmaya bırakılıyor.
Yavaş yavaş dünya çöl olmaya gidiyormuş. Pehh çokta umurumda.İnsanların içi çöl olmuş.Yaşadığımız dünya çöl olsa n'olur?
İçimde nedense korku var.Çünkü artık depremler korkutmuyor bizi,hastalıklar ya da en yakınımızın ölümü hiçbiri ders almamıza neden olmuyor.
Tabi ki hiçbirine engel olamayız.Cehennem boş kalmayacak elbet.Lakin yakınlarımızın yanışı acıtmayacak mı yüreğimizi?
Bana sorarsan dostum bu iyilik ve kötülük savaşının sürdüğü dünyada kötülük kazanacak.Ve Allah bu yüzden yerle bir edecek dünyayı.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Cyrano de Bergerac

Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
İstemem!
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyım?
İstemem! Eksik olsun!
Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret!
Eksik olsun!
Ciğeri beş para etmezlere mi yetenekli demeli?
Eleştiriden mi çekinmeli?
Adım Mercuré dergisinde geçse diye mi sayıklamalı?
İstemem!
İstemem! Eksik olsun!
Korkmak, tükenmek, bitmek
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
İstemem! Eksik olsun!
İstemem! Eksik olsun!
Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek
Tek başına
Özgür olmak
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Aya bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.
Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

15 Ağustos 2011 Pazartesi

My Name is KHAN and I'm Not a TERRORIST

Uzun süredir izlediğim filmler aksiyon,gerilim ve macera olduğu için uzun süredir nasıl derler halk tabirinde ''içim cız etmemişti.''
Bugün izlediğim bu film bu görevi fazlasıyla yerine getirdi.Bunu dinsel olarak algılamadım sadece Otizm'in bir parçası olan Asperger Sendromlu bir adamın zekası ve bir söz uğruna çıktığı mücadelede karşılaştığı zorluklara karşı dik duruşudur.
Ve bir de filmde Müslüman karakter olan KHAN'ın din ayırmadan tüm insanlığa yardım edişi bir kez daha olması gerekeni öğretti.
Tıpkı KHAN'ın küçükken Annesinin söylediği gibi
''Dünyada iki çeşit insan vardır;
İyi şeyler yapan insanlar
Kötü şeyler yapan insanlar''

İntihar Şehri

Gecenin kör karanlığında yürüyordum.Sokaklar pek tekin değildir burada köpeklerden korkmuyorum insanlardan korktuğum kadar.Çünkü burada insanların köpeklerden daha keskin ve büyük dişleri vardır.Ve köpeklerden farklı olarak düşünme yetisine sahip olabildikleri için bir yabancının sana bu saatte sorabileceği veya söyleyebileceği tek şey ''Çıkar bütün paranı''.
Ama ne yazık ki tek kuruş yoktu.Kartlar kapalı,borç hat safhada.Ve benim şu durumumdaki insanın isteyebileceği tek şey bir silahın namlusunu ağzına dayayıp ve tetiği çekmek olacaktır.Tabi bunu yapacak cesareti varsa.O yüzden karşımdaki insanın ''Çıkar bütün paranı'' dan sonra gelen ''Yoksa öldürürüm'' cümlesi de korkutmuyor nihayetinde.
Yağmur yağıyor,bardaktan boşalırcasına.Yalnız bardak kırılmış olmalı,daha önce böyle bir yağmura hiç rastlamamıştım.Her tarafım sırılsıklam bu durumda üşütmemek için ne yapsam nafile.Ama olsun yinede seviyorum yağmuru.Yollarda biriken sular yanımdan arabaların hızla geçmesiyle üstüme sıçrıyor bu da insanların bir başka küfür ediş şekli olmalı,aldırmıyorum.
Böyle bir gecede kendini köprüden boğazın serin sularına atmak mı en güzelidir? Muhtemelen o kadar yükseklikten daha tenim suyla buluşmadan vücut ısısı değişiminden ya da kalp krizinden gözlerimi kapamış olurum.
Ya da hızla geçen bir arabanın önüne kendimi savurup havada bir kaç takla attıktan sonra zemine kafamı vurup muhtemelen bir kaç kırığım oluşur ve beynimin dağılmasıyla çıkan kanların hepsi yağmur sularıyla birlikte kanalizasyondan yavaşça süzülüp gitmesi mi daha temizdir,ölüm şeklinin.
Neden bunları düşünüyorum bilmiyorum.
Her neyse sonbaharın bu gününde özellikle bu şehirde bunları gerçekleştirmem olası değildir.Eminim ki köprü şuan atlamak için can atanlarla doludur.Borçları olanlar,sevgilisinden ayrılanlar,sokağa atılanlar ve hayattan zevk alamayanlarla doludur.Benim atlayabilmem için sanırım sıraya girmem gerekecek.
Yaşadığım yerden fazla uzaklaşmış olmalıyım;yanlışlıkla yüz yüze geldiğimiz insanlar gülümsüyor,birbirine çarpan insanlar pardon deyip özür diliyor.
Şimdi evime dönmeliyim.Gramafona en güzel plağımı koyup,çayımı demledikten sonra bir süre camdan yağmuru izlemeliyim.Ve güneşi evimde karşıladıktan sonra da uyumalıyım.Her zaman ki gibi.

14 Ağustos 2011 Pazar

Hüzün Değil Rahatlama Yazısı

Benim gibilerin(hayatı yüzeysel değilde derinden yaşayanların) her zaman bir sıkıntısı olduğuna inanıyorum.Ve bu sıkıntım lanet olası şu evde oturmakla geçmeyeceğini biliyorum.Yinede bununla bu şekilde savaşma konusundaki inadıma devam ediyorum.
Standartlıktan sıkıldım.Her gün aynı şeyleri yapmak,aynı insanları görmek,aynı yerlere gitmek,yediğin yemeğin tadı aynı,yaptığın spor hareketleri aynı,televizyondaki saçma sapan şeyler aynı,haberler aynı,aynı,aynı,aynı..
O halde şimdi gözlerini açık tut ve sadece söylediklerimi hayal et;
Şimdi düşün ki seni bir yere zincirlemişler,hayallerin,senin olmasını istediklerin,umutların bütün herşey de parmaklarının uzanamayacağı bir yerde.Ve sen buna rağmen çabalıyorsun.Ve bir süre çabaladıktan sonra anlıyorsun ki onlar uzanamayacağın bir yerde.
Evet aslında benim sorunumda tam olarak bu. Bunu anlamış olmam ve kendime yalan söyliyemiyor olmam,bütün umudumu kaybetmem ve hırsla kendimi yavaş yavaş öldürmem.
Herşey neden böyle? Hayatın çaldığı bu hüzünlü müziği sadece ben mi duyuyorum?
Kimse beni duymayacak biliyorum.Bu yüzden çığlık atmıyor,acıyla bağırmıyorum.Sadece direniyorum.Gördüğüm rüyalar,duyduğum sözler aslında hepsi acının biraz yansıması.
Bazen çekip gitmeyi düşünmüyor değilim.Bazen kulaklığımı takıp ailemi,dostlarımı,olmayan servetimi,doğmamış çocuklarımı arkamda bırakıp yürüyebildiğim yere kadar yürümek istiyorum..Ta ki insanların olmadığı bir yere varana kadar.
Ve en kötüsü de kendimi güçsüz hissetmemdir.Her türlü darbeyi alacak,savunmasız bir halde durmak.Cesaret midir bu? Ölüm karşısında soyunup beklemek gibi..
Sanırım bir kaç gün bu böyle sürecek.
Bütün darbelere engel olmayacağım ya sersemliğim kendine gelecek ya da ben yavaş yavaş tükeneceğim.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Monotonlaşan Hayata Renk

Bugünlerde monotonlaşan hayatımı renklendirmek amacıyla yaptığım tek şey spor.Her ne kadar ilk günlerde ağırlık kaldırmak zor gelse de zaman geçtikce bünye alışıyor.
Bir de bunları yaparken tüm nefretimi dışarı çıkarmam hırs bürünmem bana yardımcı oluyor.Biliyorum nefret,intikam bunlar kötü şeyler ama kendime engel olamıyorum.Beynim yaptıkları kötülükleri detayına kadar hatırlıyor eğer unutsaydım  ya da unutabilseydim bugün böyle bir yangın olmazdı içimde.
Onlar ki beni gökdelenin en üst katına üstümde ağır bir yükle merdivenlerden çıkarmışlar gibi hissediyorum kendimi.Ama bunu da başardım gökdelenin tepesindeyim.
Ve aşağı inme vaktini bekliyorum.Her bir katta duran o insanları teker teker aşağı yuvarlamak için.

10 Temmuz 2011 Pazar

Hesaplı,Kitaplı Din Yaşamak

Aslında hepimiz neleri yapmamız,neleri yapmamamız gerektiğini biliyoruz.Bizlere nelerin günah olduğunu.Ama bunların günah derecelerin tam anlamıyla ne kadar olduğunu bilmiyoruz.Sadece bu çok günah deriz.Çok derken? Ne kadar çok?
İşte bir adam bir gece vakti bunu düşündü.İşte patronunun karşısına hesap vermek için dosyalarla çıkıyordu,mahkemede hakimin karşısına kanıtlarla çıkıyordu,evde babasının karşısına marketten yaptığı alışverişin fişiyle çıkıyordu,peki ya Tanrı'nın karşısına nasıl çıkacaktı? Önce bir eline bir kağıt ve kalem alarak başladı işe.Aklına gelen tüm kötü şeyleri puanlamaya başladı.
Alkol içmek: 20
Kumar oynamak : 40
İlişkiye girmek : 60
Küfür etmek : 15
Bunun gibi aklına gelen bütün günahları puanlamış.Ve artık hayatını bunun çerçevesi içerisinde yaşamaya başlamış.Artık hangi günahı işlese bunu o gün içinde kayda alıyormuş.İşin iyi tarafı ise farkındalık düzeyi artmış ve bunun bilincinde olduğu için artık elinden geldikçe bunları yaşamamaya çalışıyormuş.Günler geçmiş kayıt tuttuğu defter hala bembeyazmış.Fakat bir problem vardı.25 yaşındaydı.Ve bunu daha bugünlerde yapmaya başlamıştı.Bundan önceki 25 sene yaptıkları ne olacaktı? Hafızasını zorluyordu,herşeyi hatırlayabilmek için.Fakat ayrıntılarına kadar hatırlayamıyordu.Beyin jimnastiği oyunlar oynuyor,bulmacalar çözüyor,eski kız arkadaşlarını arayıp onlarla konuşuyor ve neler yaşadıklarını öğrenmeye çalışıyordu.
Artık defteri tam sayılırdı.Herşeyi kayıt altına almıştı.
Beyin fonksiyonlarını fazla zorladığı için artık geriye doğru dönüyordu.
Ve bir sabah gözlerini açtığında önce evi garipsemeye başladı.Yatağının kenarında duran defteri açtı ve bunun kime ait olduğunu sordu kendi kendine Evin içinde dolanıp televizyon dolabının oradaki resmi gördü,resimdeki kişileri tanıyamıyordu.Hatta kendini ve ismini bile bilmiyordu.
Aldığı ilaçların yan etkisi olarak alzhemir hastası olmuştu.Defterde ise var olan şeyler sadece sol üst köşede tarih kısmıydı.Defter bembeyazdı.
Ama hiç bir şey hatırlayamıyordu.

D.N: Belkide Tanrı onu cezalandırmıştı.Çünkü yapılan her şey zaten Tanrı tarafından kaydediliyor ve o böyle bir şey yapmakla O'na ortaklık etmeye çalıştı.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Ütopik Zırvalamalar

Hep mantıklı şeyler düşünecek değiliz ya? Bugünün Türkiyesinde mantıklı olmanın pekte işe yarar bir bok olduğunu söylemek de doğru sayılmaz.Televizyon programlarına bakıyoruz bizleri aptal yerine koyuyorlar,gazeteleri okuyoruz bizlere yalan söylüyorlar.Bizlerde ağzını açmış balıklar gibiyiz bu yemleri yemeye hazır kıta.
Dünya'da Türk olmanın tek bir anlaşılır yanı varsa oda 1.65-1.78 boy ortalaması olmasıdır.Devasa kapılı saraylarımızdan sonra heralde küçücük barakalar yapmaya başlayacağız.Köpek kulübesi gibi.Birde yaş ortalaması.En fazla 60 hadi bilemedin 70.Yediğimiz besinlerden kaynaklanıyor olsa.Yabancı insanlara baktığımızda ''Oğlum dev gibi!'' tepkisi verebiliyoruz.
Korkuyorum yakında erkeklerin göğüsleri çıkacak,kızların göğüs bölgesinde kıllanma meydana gelecek.Eh haliyle artık kızlar erkekleri istemeye gelir falan.
Bir de şu İstanbul'un trafiğine bir çözüm bulsak artık hava trafiğide olmalı.Ama arabalar değil.Bildiğin insanlar uçsun.
Sonra Jack Sparrow ile Batman kavga etsin.
Tom ve Jerry kanka olsun birlikte bara gitsinler.
Annelerin övdüğü okulun en moron çocuğu elizabethi bırakıp taksime gitsin.
En önemlisi klonlama olsun.Evet bazen başımı alıp gitmek istiyorum ama bu mümkün olmuyor.Bu sebepten evde bir tane klonum olsa ben istediğim yere gitsem,yesem,içsem,sıçsam,hapşırsam,tıksırsam vs vs.
İşte tüm bunları ben şahsen götümden uydurdum.
Ama güzel geldi,iyi geldi yani.

Ütopik bir Dünya için düşünmek yeterlidir.
İmkansız olsa bile eğlencelidir.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

''Selam Doktor''

Geceleri evde bilgisayar başında pinekleyen dünyanın bir kısmı(istatistiksel olarak yetenekli değilimdir) içerisinde bende varım.Facebookda paylaşımlara göz atmak,msnde sohbet ara sıra tweet atmak ve çoğu akşam film izlemek bunun dışında yapacağım pek fazla bir şey yok.
Çoğu insan gece kulüplerinde eğlenirken,kimileri sahilde oturmuş şarkılar söylerken,kimileri de bir fahişeyi evde becerirken ben lanet olası evde oturmaktan sıkıldım.Ve Amerikalı bir zenci gibi konuşmaktan da bıktım.Ama bu durum haksızlık,dünya pekte adil bir yer değil.
Diyelim ki bizler birer savaşçıyız,gladyatörüz.Ama kimileri tam teçhizat çıkarken arenaya kimimizin kaskı,kimimizin kalkanı veyahutta ne bilim kılıcı eksik.İşte böyle bir şey doktor.Bilmem anlatabildim mi?
Evdeki sıkıcılığıma bir de diş ağrısı eklendi.Biz artık üç kişiyiz.Ben,Apranax Fort ve Largopen.Bu ne böyle? Kendimi babaannem gibi hissetmeye başladım.Nereye gitsem ilaçlarla gidiyorum.Birde bazen ilaç kesmeyince kocakarı yöntemleri olan karanfil yağını sürüyorum dişin etrafına.Artık en son dayanamayıp karanfil yağını tamamen dökücektim ya neyse zor tuttum kendimi.
Bu şehrin curcunasından da bıktım doktor.Araba kornaları,insan bağırmaları,küfürler buradan soğutuyor beni.Bir de şu kapitalist pezevenk.Bir iş geldiğinde adamdaki surat ifadesini görseniz belkide götünüzle gülersiniz.Seksten sonraki orgazm anı yansıyor suratına.Hakikaten ben bile bazen götümle gülüyorum.
Neyse doktor fazla uzatmayalım.Bana anti depresan ya da saçma sapan ilaçlar verme,pek kullanamam onları.Sen bana en iyisi biraz umut ver biraz da yalana ihtiyacım var.
''Her şey güzel olacak'' de,
Hepsi bu..

24 Haziran 2011 Cuma

Pandoranın Kutusu

Zeus ölümlüleri ve onların koruyucusu Prometheus’u cezalandırmak amacıyla, ve bir daha etlerini pişirmesinler diye ateşi saklar. Ne var ki, kurnaz prometheus Zeus’u bir kez daha kandırır. Olympos’a çıkar, orada güneşin alev alev yanan tekerleğinden bir kıvılcım çalar ve bunu bir rezene kabı içine koyarak ve insanlara götürür. Başka bir anlatıma göre Prometheus ateşi Hephaistos’un ocağından çalmıştır. Zeus, ateşi tekrar insanlarda görünce daha çok öfkelenmiş. Hem insanları Hem de kendisine karşı gelen Prometheus’u cezalandırmak için yeni çareler düşünmüş.
Zeus ateşi çalıp insanlara vermesinden dolayı, Prometheus’u korkunç bir cezaya çarptırdı.Onu zincirlerle Kaukasos dağında kayaya bağlatarak, kara ciğerini Ekhidna ile Typhondan doğma bir kartala yedirtti. Kartal her gün gelip karaciğerini yiyiyor, ve yenilen ciğer her gün yeniden oluşuyordu. Bu konuda Hesiodosta olmayan detayları Aiskhylos’un anlattıklarından öğreniyoruz3. Zeus’un geleceğiyle ilgili bir sırrı yalnızca Prometheus biliyordu. Zeus bir kadınla evlenecekti. Bununla çiftleşmesinden doğacak çocuk, Zeus’un egemenliğine son verecekti. Zeus bu cocuğun kimden olacağını öğrenmek ve gelecekte de tahtını koruyabilmek için Prometheus’un ciğerini yiyen kartalı öldürmesi için Herakles’i gönderdi.

Herakles, Ekhidna ve Typhondan doğma kartalı bir okla öldürdü. Zeus oğlunun bu başarısından çok memnun olmuştu. Prometheus’u yeniden tanrılar katına kabul etti . Başka bir anlatıya göreyse herakles sadece kartalı öldürdü. Fakat Prometheus’un zincirlerden kurtulması için tekrar ölümsüz olması gerekmekteydi. İşte bu sırada Kentaurlarla Teselyanın efsanevi halkı Lapitler arasındaki savaşta, yanlışlıkla Herakles’in okuyla yaralanan Kentauros Kheiron, bu acıdan kurtulmak için ölmek istedi. Ölümsüz olduğu için ölümsüzlüğünü kabul edecek birini bulması gerekiyordu. Prometheus bunu kabul etti ve onu çektiği acılardan kurtardı. Kendiside tekrar özgürlüğüne kavuştu ve ölümsüz oldu. Prometheus bildiği sırrı açıkladı;

Zeus, Nereus kızıTthetise gönül vermişti. Bu birleşmeden doğacak çocuk, babasından daha güçlü olacaktı. Zeus’u tahtından indirecekti. Bu sırrı öğrenen Zeus, Thetis’i bir ölümlüyle evlendirmeyi ister. Thetis ise kendisine eş olarak seçilen Peleus’la evlenmemek için, deniz kızlarına has yeteneklerini kullanarak, kılıktan kılığa girdi. Fakat sonunda Peleus’la evlenmeye razı oldu. Peleus’la Thetis, Olyposta, tanrılar sofrasında yapılan evliliklerinden, daha sonra Akhilleus doğdu.

Zeus Prometheus’dan sonrada, onun suç ortağı olarak gördüğü, erkekleri cezalandırır. Onlar için kötülük kaynağı olarak gördüğü kadını yaratır. Zeus, tanrıçalara benzer görünümde çekici kılmasını ve topraktan su ile yoğurmasını Hephaistosa buyurur. Athena bedenini uyumlu olarak süsler. el işlerini, kumaşlar, dokumasını öğretir. Ve süslü kuşağını beline sarar. Afrodithe yüzüne dayanılmaz arzu ve zarafet serper. Kharitler boynuna altın gerdanlıklar takarlar, horalar çiçeklerle saçlarını donatırlar, haberci Hermes ise ona şeytani bir zeka ve kandırma becerisini üfler, ayrıca konuşma yetisini de verir. Son olarak kıza can versinler diye Zeus, dört rüzgara esmesini söyledi. Bu yaratılan kadına “bütün tanrıların armağanı” anlamına gelen Pandora adının verirler. Zeus Pandora’ya kapalı bir kutu vererek, Epimetheus’a gönderir.

Prometheus daha önceden kardeşini, Zeusdan hiçbir armağan almaması konusunda uyarmıştır. Epimetheus kardeşinin öğütlerini dinlemedi. Pandora’nın çekiciliğine karşı koyamadı ve onunla evlendi. O zamana kadar insanlar, kötülüğü, hastalığı, sıkıntıyı bilmiyorlardı. Yeryüzüne, bütün kötülükler bir kutunun içinde gönderilmişti. Tek yapılacak hata kutunun açılması olacaktı. Pandora’da merak edip yanında getirdiği kutuyu açınca; acılar,dertler, hastalıklar ,yaşlılık, kıskançlık, delilik, ahlaksızlık ,açlık yeryüzüne yayıldı. Kutudan tam umut dışarı çıkmak üzereydi ki, Pandora kutuyu kapattı.Kutuya sadece umudu sokabilmişti. Umut hala insanlara, kötülüklere karşı durma, acılarını hafifletme cesaretini veriyor

23 Haziran 2011 Perşembe

Nerede Hata Yapıyorum?

Bugünlerde bu soruyu kendime sormam pekte kaçınılmaz bir son.Her yarım kalmış sorum gibi,kilitli bir kapı gibi çakılı kalıyor beynimin derinliklerinde.Her arayışım bir anahtar bulma sevincim,yanlış anahtarla sonuçlanıyor.Kapının ardındaki o gizli yanıtı bulamıyorum.
İnsanlara bu kadar yakın oluşum mu canımı acıtan.Sanırım öyle.Yoksa umursamaz,takınmaz bir tavır sergileyebilirdim nihayetinde.Onlar paslı iğnelerini gönderirken yüreğime en sert tavrımı takınıp koruyabilirdim kendimi.Ama yapamadım,yapamazdım da..Yüreğimin kapılarını sonsuz güvenimle açmışken ardına kadar,bütün merhametimi,yakınlığımı göstermişken koruyamazdım.Belkide ben en büyük hatayı burada yapıyorumdur.Eğer öyleyse bu son olmayacak,yarın yine bir kez daha açacağım yüreğimin kapılarını,yine sonuna kadar güveneceğim.Ve sonucunda şimdi olduğu gibi paramparça,kan ağlayan bir ruh kalacak bana.
Kızıyorum ama kızgınlığım onlara değil Jessie.Kızgınlığım kendime,kimse beni korumaz,babam bile korumazken,biliyorum.Kızgınlığım,geçmişte tekrarladığım şeyleri yine tekrarlamama.
Bu kızgınlığım dinmiyor Jessie.En kötüsü de bu olsa gerek.Hiçbir sakinleştirici sakinleştiremiyor ruhumu.Şimdi evdeki bütün eşyaları parçalasam geçmeyecek bu biliyorum.Bazen uyumayı istiyorum,günlerce hatta aylarca uyumayı.Her şeyden,herkes'den en çokta kendimden uzak olmayı.
Kızgınlığım beni kıranlara ya da yarayanlara değil.Boğanın karşısına kırmızı bir bezle geçmeseydim o da beni yaralamazdı.Bu kızgınlığım kendime,kendi içime.Ben kendimle barıştığım gün yine ben olabileceğim.Bir gün yine kendim olma dileğiyle.

20 Haziran 2011 Pazartesi

WARNİNG (!)

Eğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için. Bu anlamsız güzel baskılı kağıttan okuduğun her kelime hayatından harcanan diğer bir saniye demek. Yapacak başka işlerin yok mu? Hayatın gerçekten bu kadar boş mu da bu anları daha iyi geçirebileceğin bir yol düşünemiyorsun? Yoksa
saygı ve inanç beslediğin otoriteyi ortaya koyanlardan çok mu etkilendin? Okuman gereken her şeyi okur musun? Düşünmen gereken her şeyi düşünür müsün? Sana alman gerektiği söylenen her şeyi satın alır mısın? Apartmanından dışarı çık. Karşı cinsten biriyle tanış. Lüzumsuz alışverişi ve mastürbasyonu bırak. İşinden ayrıl. Bir kavga başlat.Yaşadığını kanıtla. Eğer insanliğini ispat edemezsen, bir istatistik olarak kalacaksın. Artık uyarıldın.

19 Haziran 2011 Pazar

Zaz - je veux

Bunu dinledikten sonra keşke taksimde yürürken bu kadar güzel çalabilen ve seslendirebilen bir grupla karşılaşabilmeyi ve saatlerce kaldırıma oturup dinleyebilmeyi hayal ettim.
Ayrıca bu müzik fransız diline ve caz müziğine olan ilgimi ve hayranlığımı tekrar depreştirdi diyebilirim.
Ve  22 Ekim 2011 günü Akbank Uluslararası Caz Festivalı çerçevesinde Türkiye'de sahne alacak bu grubu sabırsızlıkla beklemek ise ayrı bir heyecan verici.

Ne ol Ne olma

Hz.Mevlana;

NE OL, NE OLMA!!

''İtil, Atıl, Satıl ama SATMA!''
"Doğrul, devril ama "EĞİLME!
"Seslen, uslan ama "YASLANMA!
"Yaklaş , konuş, tanış ama "UZAKLAŞMA!
"Okumaktan zarar gelmez ama "LANET OKUMA!
."Zulmü devir, nefsi devir ama "ÇAM DEVİRME!
" Ev al, araba al, abdest al, ama "BEDDUA ALMA!
"Rakibini geç, sınıfını geç ama "GÜLÜP GEÇME!
"Elini aç, gözünü aç ama AĞZINI AÇMA!
"Hedefe koş, cihada koş , yardıma koş ama "ORTAK KOŞMA!
"Davet et, hayretet, affet, tövbe et ama "İHANET ETME!
"Fidan büyüt, garip doyur, coçuk besle ama" KİN BESLEME!
"Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol,bulucu ol ama "BÖLÜCÜ OLMA!
"Eşini beğen ,işini beğen, aşını beğen ama "KENDİNİ BEĞENME!
"Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiç bir zaman " BOŞVERME!
"Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama" YERİNDE SAYMA!
"Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver ama "SIRRINI VERME!

Keşkelerle,Tühlerle Baş Başa Kalmadan Önce

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
hiç vaktiniz yok,
‘fast live’, ‘fast food’, ‘fast music’, ‘fast love’…
dikte edilen ‘yükselen değerler’, ‘in’ ler, ‘out’ lar…..buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi…dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar…
size
 sesleniyorum…
hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten,
ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
içinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir sevgilinizle? ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
doğayı bilgisayarına döşeyenler,neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
koklamak,duymak,dokunmak yok mu yaşam alanınızda?
bilgi toplumu oldunuz da,duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
Benden size kulağınıza küpe;''hayat ıskalamayı affetmez!''

Hayat Duragı

Elbette dünyaya gelişimiz bir son değildir.(Benim inancıma göre sizlerinki herneyse bilmiyorum ama saygı duyuyorum)Bizler tabiri caizse öbür tarafa hazırlanmamız için gönderildik.Ademle başlayan hayat serüvenimiz yüzyıllardır devam ediyor.Ne zaman biteceği konusunda ise kocaman bir ''soru işaretimiz'' var.Hazırlanmak derken bu farkında olmadan yaşadığımız sınamalar,bizlere verilen görevlerin yerine getirilmesinin toplamından oluşan bir hazırlanma.Ve bunun sonucunda yaşadığımız,yaşattığımız,iş hayatında yükselmek için ezdiğimiz insanlar,kendi çıkarlarımız için ağlattımız insanlar,hayatlarını çaldığımız kadınlar,gülmesin diye dişlerini kırdığımız çocuklar,vurduğumuz uçurtmalar,kelepçe taktığımız özgürlükler,işte tüm bunlar.
Ve bizler yaşattığımız tüm bu şeylerin bedelini ödemeye ne kadar hazırız? Bilmiyorum..
Ama yine ve üstüne basa basa buranın sadece bir durak olduğunu belirtmek isterim ve guguklu saat öttüğünde biri gelip bizi götürecek.